21 Ekim 2010 Perşembe

dipnot: sevdemsi bana atar yapma.
biliyorum, beni özlüyorsunuz dostlar. keh keh. sizsiz dünya bana zindanleyn. SİZLERİ BOYUNDAN ÖPÜCÜK YAĞMURUNA TUTUYORUM.
mücuk
mücuk
mücuk.

16 Eylül 2010 Perşembe

Çok ciddi ve sinirliyim.

Şu çitlebikin arka planlarıyla, gadgetlarıyla falan ilgilenen arkadaş her kimse ona her türlü sövgümü yolluyorum. Bu kadar mı boş bırakılır bir blog ? Abi kapatalım gitsin şunu gördükçe içime fenalık geliyor.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Neler oluyor bize ?
Eminim sorun bende.
Bende olduğu kadar sende.
Şu kendimizi savunduğumuz halde bile, aynı olmayı başarıyoruz seninle. 
Bu bir klasik oldu sanırım.
Sevde, Kardelen klasiği.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Yıllar sonra da aynı.

Ellerimde uçurtmalar,renklerini yazıyorum hafızama.
Ellerimde hangisini istemediğimi bildiğim rüzgarlar,seçemiyorum.
Yine de sevdiğimizi bildiğimiz boşvermişliklerimiz,başına buyrukluğumuz,tartıştıklarımız,ağladıklarımız,pişmanlıklarımız, farklılıklarımız ve başkalarımızla aynı sabaha uyanıyoruz.Güneşi arıyoruz.

6 Ağustos 2010 Cuma

Görmemezlikten gelme !


Biliyordum Selen ! Doğruyu söylediğimizi hep biliyordum ! Naber Filiz ?!? ;)

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Çekiniklik.

Bir süredir Çitlenbik'te yazamıyorum. Yazamıyoruz. Bana öyle hissettiriyor ki bu blogun hepimizden bir parça olması, sanki kendimle ilgili herhangi bir şeyi burada paylaşamayacakmışım gibi. Ama hepimizin kendimize ait bir blogu olduktan sonra (olmasa belki burada yalnızca kendimizi ilgilendiren herhangi bir konudan yazabilirdik.) hiçbirimiz buraya özel herhangi bir şey yazmıyor ve yazdığımız şeyler sadece paylaşılası filmler yahut birlikte gerçekleştirilmiş bir etkinlik ile ilgili yorumlar oluyor. Diğerleri istisna. 
Bu blogdan çekinmemeliyiz bence.
Çünkü o bizden bir parça, bir ortak nokta.
Yazabiliriz.

9 Temmuz 2010 Cuma

Camille !

Şimdi, gördüğünüz üzere bahsedeceğim şey bu sıradışı denilebilecek güzel film. 
Öyle çok ahım şahım bir film değildi açıkçası çok fazla etkilenmedim. Ama yine de burada paylaşmaya değecek derecede ilgi çekici ve izlenilesi bir film olduğu kanısındayım. 
Filmden bahsederken, hikaye hakkında kısa kısa bilgiler vermek ya da neresinin beni daha çok etkilediğini söylemek isterdim gerçekten ama bu tavsiye üzerine filmi izlerseniz, sizi asıl şaşırtacak olan şeyden bahsetmeyeyim diye filmin içeriğiyle ilgili bilgi vermemeyi yeğliyorum.
Ama şu kadarını söylemeliyim ki, P.S. I Love You'yu izleyenler bilirler, P.S. I Love You'da ölen Gerry, hayattaki eşi Holly'i yazmış olduğu mektuplarla yönlendiriyordu ve Holly'nin hayata dönmesini sağlıyordu. Bu Camille adlı filmde de yine, ölümle hayat arasındaki çizgide kalmışlık söz konusu. Bu ifade ise tabii ki de akıllarımıza Cennetimden Bakarken'i getiriyor ama ben henüz izlemedim onu. 
Kısa kesmek gerekirse, bu film gerçekten film arşivimde bulunmasından hoşlanacağım ve arkadaşlarım bize geldiklerinde onlara sunabileceğim filmlerden biri olarak duracak.
İzleme fırsatı bulursanız izledikten sonra kritiğini yapalım, yorumlarımızı paylaşalım.
Şimdilik susayım ben.
Öptüm bay.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Sevgi, gerçekten emek midir?

2 Temmuz 2010 Cuma

natural born killers(1994)


Bir vahşet şölenine tanık olmak istiyorsanız buyurun. Eğer ki şiddetle insanların gözüne sokarak, iğrençliğini had safhada yansıtarak mücadele edilir diyorsanız doğru bir film zira. Amma ve lakin her şeyden öte "saf" bir aşk hikayesi de.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Efsununu sunmadan önce billur kadehten, bir kez bak n'olur gözlerimin karasına.
Manayı arayan sensen, mani olmayacağım ben sana.

16 Haziran 2010 Çarşamba

kapanış.

"Bütün hayatımızı yersiz çekingenliklerle mi geçireceğiz Olric? Cesareti yalnız kafamızda mı yaşayacağız?" diye soruyordu Oğuz Atay, ama okuyucuya, ama Turgut Özben'e, ama Olric'e. Ben de soruyorum şu anda nitekim kitaptaki gibi cevap vermiyor iç sesim. Kendime bile güvenmemeyi Lynch'ten öğrendim, ama şimdi de umutsuzluğa sapıyorum. Oysa kestirme yoldan sonlandırmak lazımdı bu işi. Uzattıkça uzar, ben uzatırım tabii ki uzar. Velhasıl sonunu kestirmek güç. Amma bu konuya daha sonra detaylıca değineceğimi umut ediyorum. Cesaretten bahis açılmışken söyleyecek pek şey var.

***
Son zamanlarda yaşanan vukuattan biri varıp da bulamamaydı. Ardından da gidip de arkada görme. Tabii söylemeden geçemeyeceğim bir de pişmanlığa benzemeye çalışan ama kendini kandıran sahte bir duygu çıkmıştı ortaya. Hafiften kıskançlıkla karıştırdığınızda harika görünümlü ama kof bir his. Ve aynı zamanda insanın tüm diğer algılarını kapatıp, dimağı ilhak eden bir his. Hani biri size "mars tutulması var bugün"dese inanırsınız yani, o derece.

****
Uyanıkken rüya görme gibi bazı hadiseleri hayallerle karıştırmaya başladıysanız da dikkat etmek vakti gelmiş demektir, bunu da öğrendim bugün. Nitekim rüyada hayal kurmak neticesinde bir takım yan etkiler de söz konusu olabiliyor.

***
Eski günleri yad ettikten sonra Türkçede n ile b'nin asla yan yana gelemeyeceğini yalnızca özel durumlarda bu kuralın bozulabileceğini hatırlayıp vuslat diledim Tanrı'dan. Çürüme başlamadan henüz 2 yaşımdayken.

14 Haziran 2010 Pazartesi

BİRİ BENİ BU FİLMDEN KURTARSIN!

lost highway(1996)

Şimdi bakıyorum da aslında ismine şans mı dersiniz yoksa tevafuk mu her neyse ondan biraz nasibimi almışım anlaşılan. Zira Ingmar Bergman'ın Persona'sının hemen ardından David Lynch'in Lost Highway'ini izlemem başka türlü açıklanamaz. ekşisözlük'te şu entariyi görmem de cabası ayrıca "bergman'ın persona'sından etkilenerek yapılmış müthiş film.(lost highway)" Lakin artık Lynch'in filmlerinde aşırı tepkiler verip şaşırmıyoruz, kendisi ufkunun ne kadar geniş olduğunu kanıtlamıştır bize.
güvenç'in persona'sında liv ullmann adını görünce, kızı linn ullmann'ın da kitabını ifşa edeyim dedim. ben bu kitaba istanbul semalarında başlamış fakat bir türlü ilerleyememiştim. sonra dedim madem heycanlıyım panik içindeyim istabul'a gitmekteyim pek kendimde değilim büyülendim tıtrırırlılılı bu kitabı rahatsız otobüs koltukları arasında ziyan etmeyeyim.
şimdi yeniden başladım bu kitaba, bakalım. beğenirsem okuyun derim.
öpücük.
o gün hep bir ağızdan konuşunca the guitar diye canım çekti eve gelip izledim sevdemsi. ama ezik ezik internetten izledim. film bende yok yani. seneye sevgililer gününde sevgilim falan alsın işte.

13 Haziran 2010 Pazar

persona(1966)


Bu filmi neden bu kadar geç izlemişim diyorum, aynı zamanda da acaba hala erken miydi filmi izlemek için diye düşünüyorum. Ingmar Bergman'ın izlediğim ilk filmi oldu lakin şu ana dek izlediklerimin bir çoğunu kafamda çürüttü bile.. Keşke Mulholland Drive'dan daha önce izlemiş olsaydım filmi. Velhasıl yine de film hakkında yorum yapmak haddime değil, neyimle varım ki. Not: Şunu da vermeden geçemeyeceğim ki kendisi filmi özetleyen bir repliktir:

"anladığımı düşünmüyor musun?

var olmayı boşyere hayal etmek. öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. uyanık olduğun her an. tetikte. başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için. içinin görülmesi için... hatta parçalara ayrılmak ve belki de tümüyle yok edilmek için. sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca, her gülümseme aslında yüz ekşitme.

intihar etmek mi?
oh, hayır! bu çok çirkin. sen yapmazsın.

ama hareket etmeyi reddedebilirsin. konuşmayı reddedebilirsin. o zaman en azından yalan söylemezsin. böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun.

sen öyle sanırsın. ama gerçek inatçıdır. saklandığın yer su geçirmez değildir. yaşam dışardan sızar içeri. ve tepki vermek zorunda kalırsın. hiç kimse de bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz. bu soruların önemsendiği tek yer tiyatrodur. hatta orada bile fark etmez.

seni anlıyorum, elisabet. kendini bırakmanı, hareketsiz kalmanı, hayali bir sistem içinde apatiye girmeni anlıyorum. seni anlıyorum ve seni takdir ediyorum. hevesin gecene, tüm ilgin bitinceye kadar bu rolü oynaman gerektiğini düşünüyorum.

o an geldiğinde diğer rollerini bıraktığın gibi,bunu da bırakırsın..."

12 Haziran 2010 Cumartesi

the guitar

tüm çitlenbik yazarlarına ithafen.

9 Haziran 2010 Çarşamba

Mutluluk ile bilgelik yol ayrımında kararsız kalmış birini tanıdım.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

huzur.

Pekala, pekala. Bu kadar gündelik meşgale yetmez mi artık?
Dönmek lazım gönle.
Bir düşünün a dostlar neler yitip gidiyor gönlümüzden, yaşamadığımız hangi yüce duyguları unutuyoruz günlük hırslarla, intikamla, günübirlik süren maceralar ve sadece gözümüzü tatmin ettiğimiz şu işlerle..
Oysa tevazunun derinliklerinde yatar huzur. Saf ve günahsız aşkın doruklarında; vuslata erememiş aşıkla maşukun kalplerindedir huzur.. Bilgeliğin kendisidir huzur, yüceliğin diğer adı..
Peki, biz ne zaman ereceğiz dersiniz huzura?

22 Mayıs 2010 Cumartesi

ağıt

Pek sevdiğimiz, filmlerini bir ayine katılırmış gibi dikkatle ve saygıyla izlediğimiz, acaba şu sözle ne demek istedi, acaba şurdaki sarı bisikletliler neyi simgeliyor diye saatlerce kafa patlattığımız üstad Theo Angelopoulos Adana'ya, Altın Koza'ya, burnumuzun dibine geliyorken, biz saçma sapan bir kağıda tüm bildiklerimizi dökmek için uğraşıyor olacağız ve bundan dolayı ne kadar bedbahtım bilemezsiniz dostlarım.

13 Mayıs 2010 Perşembe

lokasyon: ayasofya
odak noktası: parmaklanarak tutulan dileğin gerçekleşeceği sanılan dilek taşı.
dilek tutulurken uyulması gereken kurallar:

  • orta parmak nazik bir şekilde diğer parmaklardan ayrılır, havaya kaldırılarak kalite kontrol işlemine başlanır.
  • parmağın sağlamlığından emin olunduktan sonra parmak ani bir hamleyle deliğe sokulur.
  • akabinde dilenmek istenen tüm dilekler tek bir dilekmiş gibi araya virgüller koyularak bir bir sıralanır.
  • parmak delikteyken el nazikçe(!) 360 derece döndürülür. olmadı tekrar tekrar döndürülür. hiç olmazsa ilalebet döndürülür.
  • umarız orta parmak dileğiniz kabul görür.
Eklemeyi nasıl da unuturum!O bir Top 10 fantezisi.
Bizler gayet İstanbul Kültür Gezisi'nin şaşkoloz turistleri olarak Ayasofya Müzesi'nin tarihi kalıntılarıyla meşgul iken meğer insan aklıını nerelere yorabiliyormuş.Bunu bize hangi ülkeye mensup olduğunu bilmediğimiz bir insan evladı fark ettirdi.
Ah dilek taşı.Ne bahtsız bir kaderin varmış.Bir insan bunu nasıl yapar,kıyar sana.Ah top Filiz'de!Filiz ancak sen açıklayabilirsin böyle bir hadiseyi!Tıkandım.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

(filiz+alkol=kusmuk) üçlemesinin top 10'umuzdaki ironik yükselişine hayretle şaştım kaldım. zira beni bilirsiniz, ben kiiim içki kiiim kusmuk kiiim. bence tüm bu olanlar bir dizi talihsizlik silsilesi. olayları biliyorsunuz işte. mideme dokunan içki değil, karşı cins zamazingoları oldu.

11 Mayıs 2010 Salı

Top 10.

1.Filiz'in pötürcüklerinin taksi camında ahenkle dans etmesi.
2.Filiz'in camı ıslak mendille yalamasına karşın taksicinin "Temizleme ,zaten yıkanacak." demesi.Gel de gülme.
3.Büşra'nın otel odasında durmadan " Hiiiiiç kimse yok içimde" diye şarkı söylemesi ve parantez içinde Kardelen şarkının tamamını hiç ezberleyemedi.Ama o son mısraya daima eşlik halindeydik.
4.Mr.Bliss!
5.Filiz'İN Mr. Bliss'de Gamze'nin bacağına kusması ve buna hiç kimsenin takmadan şamataya devam etmesi.
6.Büşra Selen Photography:Şuh Ütopyalar/Fındıkzade
7.Tüm servise hala borçluyuz.Sağol Ali!
8.Kaptan Black/Çakma ama lütfen.
9.525'te 30cc'lik votkadan davet!!Yeni mi açıldı??
10.Geri kalan herşey.Her şey.Her şey.

Made by Büşra.
2010©

10 Mayıs 2010 Pazartesi


bak özlediğin herkes burada eheh. selam antalya, taze geldik istanbul'dan. seni çok özlemişiz! naber?
Posted by Picasa

20 Nisan 2010 Salı

patates kadını vücut tipi


gün gelir buna da evla dersek vay halimize.

nugget

pizza pizza'nın ''nugget'ımız kalmamış, onun yerine patates cipsi varsek olur mu?'' diye beni geri aramasına deli oluyorum. nugget nasıl kalmaz yahu? NASIL?

17 Nisan 2010 Cumartesi

.;

Börtücük böcekcik geldin yapıştın kulağıma.Kızmayacağım lan.Gel yapış.Gel lan yapış.Kızmayacağız dedik ya.Seviyorum be yazı.Oh mis hava.Soğuk azcık ama olcak o kadarda.Haydi arkadaşlar çıkın bir dışarı.Bakın karanlığa.Sıtma plazmodyumu!Ey sana sesleniyorum.Ah.Sivri geldi şimdi de.Tırstım alttan alttan.
Nerede tiksinti veren kelimeyi takas etmek isteyen var orada güzel insan var.O insan güzel mi güzel insan.Benden bir lokma insan...Açıklama mı al sana açıklama:Parasızlık gözü kör olsun.Sağır olsun.Ortada savunacak tek noktacık varsa her bir şeyin onla dolsun.Al sana insan psikolojisi.Hebelehübelekemküm...

16 Nisan 2010 Cuma

yan yana veya omuz omuza mı sevişilir? iyi de, milyon tane insan alt alta üst üste sevişmiyor mu? şimdi hangisi doğru büşra? kafam karıştı benim. nasıl sevişilir? açıkla bunu bana. ayrıca ''tabu'' kelimesinden de tiksinti geldi. onun yerine başka bir şey desek ya..sahi ne desek ki?

Tabuları yıkan bir kim?

Solcu pornosu nedir yahu.İnsan insan bunu yapar mı?Alt alta veya üst üste değil, yan yana veya omuz omuza sevişilir. Kimse birbirini ezmez.Neslin sürekliliğinden şüphem var arkadaş.E olacaksa yeni nesil ondan kıllanırım öhöm yani.

15 Nisan 2010 Perşembe

İyi insan lafnın üstüne cuk diye gelir.18 Nisan 2010 Pazar günü hepinizi beklemekteyim Bademaltı Bar'da.Alpay Erdem gelmekteyiz sana.

14 Nisan 2010 Çarşamba

''Açıl bâğun nesrîni ol ruhsârı görsünler

Salın serv ü sanavber şîve-i reftârı görsünler.''

desem, derdimi anlatabilir miyim?

10 Nisan 2010 Cumartesi

Türkçe Bize XL!

Radyoyu açıyorum. Frekansları dolaşıyorum. Frekans ayarı yapan kırmızı çubukcuk vardır ya hani, işte o çubukcuğu mahpus bulunduğu dalga boyunda bir o yana bir bu yana, ağır ağır volta attırıyorum. Hiçbir kanalda birkaç saniyeden fazla kalmıyorum. Sürekli dolaşıyorum. Peki bunu neden yapıyorum? Müzik dinlemek için mi ? Hayır. İş olsun diye mi ? Hayır. Parmak egzersizi mi ? Hayır. Can sıkıntısı mı ? Birazcık. Belli bir kanal mı arıyorum ? İşim olmaz. Eee, neden peki ? Ben bunu sırf kulaklarıma inanamamak için yapıyorum. DJ'ler arasında "özne-tümleç-yüklem"i ipleyerek cümleler inşa eden birilerini arıyorum. Fakat eser yok. Bırakın Türkçe'yi Türklükten eser yok. Bırakın Türklüğü hiçbir milletten eser yok. Çoğu kaybolmuş. Duyduğum bir DJ'in ağzıyla diyorum ki "Uçmuş bunlar abi yaa." Sadece ses var. Hihuu, hobaaa, yeaaahh, yu yuuu, waaaaw, ooooooooow! Ne bu ? Sürü mü kovalıyoruz ? Sanki akşamüstü meradan sürüyü toplayıp eve getirmeye çalışıyoruz. Çoğu gerçek kovboylardan bile daha çok kovboy. Kov-kovboy yani.
Cümleler kalıpsız, ileri derece de sıvı, eriyik halde. İstediğiniz kalıba koyun asla kalıplaştıramazsınız. Tahminime göre şöyle bir kalıpları olmalı: "Az bi şey tümleç-acaip bi ses-özne gibin bi şey-kap-kaç." Yükleme gelince, akşamdan soru imlasında ıslatılmış bir adet OKEY. Yani şöyle; DJ bağlantı kurduğu dinleyiciye konuşmaların onayı için soruyor; "Okey?" Karşıdaki de Amerikanca anlamak sevap ya, ayrıcalık ya, kendisiyle gurur duya duya, "Ookey, okey." diyor. "Bakınız ben de dedim, bana da demek nasip oldu, yaşasıııın!" diye hissediyor olmalı.
Sonra lime lime olmuş cümleleri ve ilk çağlara ait olduğu varsayılan perdeli kanatlı dev kuşlarınkiine benzeyen sesler çıkaran vazı DJ'lerin camekanlı stüdyolarında, konuşmalarının anlam ve önemiyle ilgili özenti mi özenti hareketlerini hayal etmeye çalışıyorum. Kahroluyorum. Mideme sancı giriyor, vazgeçiyorum.
Tabi ki sözlerim alınanlara. Herhalde programına "Merhabalar efendim. Yine birlikteyiz. Bugünkü programımıza..." diye başlayabilenlerin alınmasına gerek yok.
Peki bu dil erozyonu sadece DJ'ler arasında mı yaşanıyor ? Tabi ki hayır. Onlar da duydukları ve kıymet verdikleri bu tarzı yansıtıyorlar dinleyiciye. Aslında tam olarak onların da kabahati yok. DJ'ler halkın istediği dili konuşuyor olmalılar ki bu kadar reyting alarak bu tarzı devam ettirebiliyorlar. Yani halk, bu tarzı bu denli benimsemiş olmasa, karşılaştıklarında birbirlerine "N'abersin kahrolası, iyisin ya?" diyemez. Peki halk, ne zamandır benimsedi bu tarzı? Ne zamandır ve neden hoşlanıyor bu çeşit konuşmalardan ? Yadırgamamaya nasıl ve ne zaman başladı? İlk kim dokundu yüzyıllardır intizamla dimdik duran o domino taşlarına? İlk ne zaman?
Taşlar müthiş bir süratle yıkılıyor. Herkes birbirini deviriyor. Lisanımızın ifade ettiği tüm değerler birer birer yerle yeksan oluyor. Kimse, çıksın.. Kimler yapıyor bunu ? Bak, kızmayacağım.. Ama ben yakalarsam fena olur. Üzülüyorum, hem de çok.. Bu virüs inceden ve sinsice yayılıp, dilimizin tüm hücrelerini bir bir ele geçiriyor ve hemen hemen herkes farkına bile varmadan benimsiyor bu tarzı. "Nasılsınız?"ların yerini, "Her şey yolunda mı moruk?"lar, "Bakar mısınız?"ların yerini, "Heeey!Buraya bak, lanet olası!"lar, "Lütfen kendinize dikkat ediniz."lerin yerini, "Kendine iyi bakıyosun, okey?"ler ve daha nice nice iletişim kılığına bürünmüş iletememişimler alıyor. Fakat heyhat ki bu dil katliamından doğrudan kim suçlu belli değil.
Peki, bu anlam katliamı için ne yapacağız? En azından, dilimize yerleşen bu kelime güveleri için ne çeşit bir naftalin gerekiyor, onu arayacağız.. Bulamazsak, ki büyük ihtimalle bulamayacağız, o zaman canım dilimizi, o hüzünlü sanat eseri sandığına kaldıralım. Kullanmak isteyen alsın tertemiz, ütülü ütülü kullansın. Bari ortalıklarda yetim bir çocuk gibi gariban gariban dolaşıp bu salgın hastalıktan etkilenmesin. Yabancı bir dil olarak kalsın. Belki de bir süre sonra okullarda yabancı bir dil olarak okutulmaya başlanır da biraz adam yerine konulur. Birileri lisanımızı bir bardak çamurlu suya atmış, leş gibi bir kaşıkla karıştırarak eritmeye çalışıyor. Ben "Teşekkür ederim, müteşekkirim."lerin yerini "Tenkülerimi fışkırtırım."ların, "Tamam"ın yerini "Ookey bebek!"lerin almasını istemiyorum.
Tüm inadımla, "Bu çızıktırmamın finişinde herkeşe bay baylarım milleeeet deeermişim ortalığı gereeermişim." demeyeceğim. Satırlarıma son verirken hepinize huzur dolu saatler dileyeceğim.

9 Nisan 2010 Cuma

Yaz.Yazma.

Ayaklarımı bu soğuk havada betona vurmayı diledim.Yazı diledim .Ama toprak grubuyum işte.Doğanın sessiz çığlığını bir ben duyarım.Dokundum ılık ahşaba ve aldım elime buzlu çayımı.
Ne dengesizim Ya Rab!Ilık bir ağaç gölgesinde uzanırken bile elimde güneş koruyucu kremimle olurum.
Yalın ayak kumsalda dolaşsam bile,tırnaklarım ojeli olur.
Ne çatlağım Ya Rab! Çoraplarım koynumda uyurum ben ya!

7 Nisan 2010 Çarşamba

ruyalamak.



Bir insanı uyurken izlediniz mi hiç? O esrime hallerine şahit oldunuz mu?
Ne güzeldir uyuyan insanın nefes alış verişindeki ahenk. Bozulmaz bir düzenin parçası gibidir uyuyan insan. Sadece nakarattan oluşan bir şarkının notaları gibi, sürekli bir ritmle alır soluklarını. Verirken ise soluğunu bir rahatlama iner yüzüne. Oysa o bihaberdir bu dünyadan, apayrı bir alemdedir. Zümrüdüanka'nın kanatlarını kendi kanatları belleyip uçuyordur belki Kaf Dağı'na doğru yahut ağzından dünyaları kül edecek ateşi üfleyen ejderha ile karşı karşıyadır. Ki bunu anlamak da pek zor değildir aslında.
Uyuyan insanın ansızın kasılmaları, hafif parmak oynatışları, ağzından çıkan hırıltılar, anlamlı ya da anlamsız sesler.. Bunları seyir halindeyken bir insan düşünmez mi karşısındaki ne derin duygu deryalarında yüzüyordur acaba diye. Anlaşılır ya bunlar, uzaktan uzağa görülen rüyayı paylaşmaz mı, mutluluğunu ya da acısını o da
duyumsamaz mı..
İşte Tanrının en çok yaşadığı durum bu olsa gerek..
Ey siyah bukleli Selen!

6 Nisan 2010 Salı

bir şeyi parantez içinde yazdıktan sonra noktayı nereye koyacağımı şaşırıyorum. böyle mi; (cfghvg.), yoksa şöyle mi; (cgvhjg). ?

4 Nisan 2010 Pazar

hey öbür taraf!


öbür tarafa yaptığım yolculukların tek kusuru ayaklarımdaki kırmızı kalpli ortopedik terliklerimin benimle birlikte gelememesi. tamam, begonya kokulu kumsalda yalınayak yürümek pek bir hoş ama onlarsız yolculuk yapmak zamanla ıstırap oluyor bana. yapma öbür dünya, etme eyleme. sen terliklerimle kabul et beni, söz ben onları elimde taşır yine yalınayak kumsala basarım.
Sevde'nin konsantre böcükleri...

3 Nisan 2010 Cumartesi

Klasizme bir adım atalım mı ki ?

Sevgili Wikipedia klasizmle ilgili diyor ki : 
"Klasizm edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutumdur. "1660 ekolü" olarak da bilinir.
Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde gelişmiştir. Bu akımın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne’de, hatta Aristoteles’tedir.
Klasisizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu eserdir. Klasisizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm bir bakıma aristokrasinin ürünüdür."
Açıkçası, bunu okuduktan sonra, -Aristoteles'i de Monteigne'i de severim, ilgim vardır- klasizme de ilgi duydum neden ise. Bilgilendireyim dedim sizleri de. Belki çok daha fazlasını biliyorsunuzdur. Paylaşın benimle. Klasizme attığım ilk adımdan sevgiler, saygılar. :)

venedikli bir mağripli'nin faciası.

elbette ki bu venedikli bir mağripli'nin faciası falan değildir sevgili okurlar. tasalanmayın, bu yalnızca masum bir ''emeğe saygı, gençliğe sevgi'' yardım fonudur. pek şeker pek tatlı adminlerimiz vardır. kaçıkistan'dan ithaldirler. haliyle masraflıdırlar. öyle futbola pornoya önyargıları falan da yoktur; olmasındır. gerçi ilgi alanlarımız değildir. ama olsundur. tabudur, yıkmak şarttır. her seçiş bir vazgeçiştir ve sigara içinde barındırdığı 4000'den fazla zehirle sağlığa zararlıdır. öyleyse pek sevgili adminler, sizleri derin salya havuzumda boğana dek öpüyorum. gözlerinizden pırıltı, ağzınızdan çikolata hiç eksik olmasın. en kısa zamanda uğrayın çitlenbik'e.