20 Nisan 2010 Salı

patates kadını vücut tipi


gün gelir buna da evla dersek vay halimize.

nugget

pizza pizza'nın ''nugget'ımız kalmamış, onun yerine patates cipsi varsek olur mu?'' diye beni geri aramasına deli oluyorum. nugget nasıl kalmaz yahu? NASIL?

17 Nisan 2010 Cumartesi

.;

Börtücük böcekcik geldin yapıştın kulağıma.Kızmayacağım lan.Gel yapış.Gel lan yapış.Kızmayacağız dedik ya.Seviyorum be yazı.Oh mis hava.Soğuk azcık ama olcak o kadarda.Haydi arkadaşlar çıkın bir dışarı.Bakın karanlığa.Sıtma plazmodyumu!Ey sana sesleniyorum.Ah.Sivri geldi şimdi de.Tırstım alttan alttan.
Nerede tiksinti veren kelimeyi takas etmek isteyen var orada güzel insan var.O insan güzel mi güzel insan.Benden bir lokma insan...Açıklama mı al sana açıklama:Parasızlık gözü kör olsun.Sağır olsun.Ortada savunacak tek noktacık varsa her bir şeyin onla dolsun.Al sana insan psikolojisi.Hebelehübelekemküm...

16 Nisan 2010 Cuma

yan yana veya omuz omuza mı sevişilir? iyi de, milyon tane insan alt alta üst üste sevişmiyor mu? şimdi hangisi doğru büşra? kafam karıştı benim. nasıl sevişilir? açıkla bunu bana. ayrıca ''tabu'' kelimesinden de tiksinti geldi. onun yerine başka bir şey desek ya..sahi ne desek ki?

Tabuları yıkan bir kim?

Solcu pornosu nedir yahu.İnsan insan bunu yapar mı?Alt alta veya üst üste değil, yan yana veya omuz omuza sevişilir. Kimse birbirini ezmez.Neslin sürekliliğinden şüphem var arkadaş.E olacaksa yeni nesil ondan kıllanırım öhöm yani.

15 Nisan 2010 Perşembe

İyi insan lafnın üstüne cuk diye gelir.18 Nisan 2010 Pazar günü hepinizi beklemekteyim Bademaltı Bar'da.Alpay Erdem gelmekteyiz sana.

14 Nisan 2010 Çarşamba

''Açıl bâğun nesrîni ol ruhsârı görsünler

Salın serv ü sanavber şîve-i reftârı görsünler.''

desem, derdimi anlatabilir miyim?

10 Nisan 2010 Cumartesi

Türkçe Bize XL!

Radyoyu açıyorum. Frekansları dolaşıyorum. Frekans ayarı yapan kırmızı çubukcuk vardır ya hani, işte o çubukcuğu mahpus bulunduğu dalga boyunda bir o yana bir bu yana, ağır ağır volta attırıyorum. Hiçbir kanalda birkaç saniyeden fazla kalmıyorum. Sürekli dolaşıyorum. Peki bunu neden yapıyorum? Müzik dinlemek için mi ? Hayır. İş olsun diye mi ? Hayır. Parmak egzersizi mi ? Hayır. Can sıkıntısı mı ? Birazcık. Belli bir kanal mı arıyorum ? İşim olmaz. Eee, neden peki ? Ben bunu sırf kulaklarıma inanamamak için yapıyorum. DJ'ler arasında "özne-tümleç-yüklem"i ipleyerek cümleler inşa eden birilerini arıyorum. Fakat eser yok. Bırakın Türkçe'yi Türklükten eser yok. Bırakın Türklüğü hiçbir milletten eser yok. Çoğu kaybolmuş. Duyduğum bir DJ'in ağzıyla diyorum ki "Uçmuş bunlar abi yaa." Sadece ses var. Hihuu, hobaaa, yeaaahh, yu yuuu, waaaaw, ooooooooow! Ne bu ? Sürü mü kovalıyoruz ? Sanki akşamüstü meradan sürüyü toplayıp eve getirmeye çalışıyoruz. Çoğu gerçek kovboylardan bile daha çok kovboy. Kov-kovboy yani.
Cümleler kalıpsız, ileri derece de sıvı, eriyik halde. İstediğiniz kalıba koyun asla kalıplaştıramazsınız. Tahminime göre şöyle bir kalıpları olmalı: "Az bi şey tümleç-acaip bi ses-özne gibin bi şey-kap-kaç." Yükleme gelince, akşamdan soru imlasında ıslatılmış bir adet OKEY. Yani şöyle; DJ bağlantı kurduğu dinleyiciye konuşmaların onayı için soruyor; "Okey?" Karşıdaki de Amerikanca anlamak sevap ya, ayrıcalık ya, kendisiyle gurur duya duya, "Ookey, okey." diyor. "Bakınız ben de dedim, bana da demek nasip oldu, yaşasıııın!" diye hissediyor olmalı.
Sonra lime lime olmuş cümleleri ve ilk çağlara ait olduğu varsayılan perdeli kanatlı dev kuşlarınkiine benzeyen sesler çıkaran vazı DJ'lerin camekanlı stüdyolarında, konuşmalarının anlam ve önemiyle ilgili özenti mi özenti hareketlerini hayal etmeye çalışıyorum. Kahroluyorum. Mideme sancı giriyor, vazgeçiyorum.
Tabi ki sözlerim alınanlara. Herhalde programına "Merhabalar efendim. Yine birlikteyiz. Bugünkü programımıza..." diye başlayabilenlerin alınmasına gerek yok.
Peki bu dil erozyonu sadece DJ'ler arasında mı yaşanıyor ? Tabi ki hayır. Onlar da duydukları ve kıymet verdikleri bu tarzı yansıtıyorlar dinleyiciye. Aslında tam olarak onların da kabahati yok. DJ'ler halkın istediği dili konuşuyor olmalılar ki bu kadar reyting alarak bu tarzı devam ettirebiliyorlar. Yani halk, bu tarzı bu denli benimsemiş olmasa, karşılaştıklarında birbirlerine "N'abersin kahrolası, iyisin ya?" diyemez. Peki halk, ne zamandır benimsedi bu tarzı? Ne zamandır ve neden hoşlanıyor bu çeşit konuşmalardan ? Yadırgamamaya nasıl ve ne zaman başladı? İlk kim dokundu yüzyıllardır intizamla dimdik duran o domino taşlarına? İlk ne zaman?
Taşlar müthiş bir süratle yıkılıyor. Herkes birbirini deviriyor. Lisanımızın ifade ettiği tüm değerler birer birer yerle yeksan oluyor. Kimse, çıksın.. Kimler yapıyor bunu ? Bak, kızmayacağım.. Ama ben yakalarsam fena olur. Üzülüyorum, hem de çok.. Bu virüs inceden ve sinsice yayılıp, dilimizin tüm hücrelerini bir bir ele geçiriyor ve hemen hemen herkes farkına bile varmadan benimsiyor bu tarzı. "Nasılsınız?"ların yerini, "Her şey yolunda mı moruk?"lar, "Bakar mısınız?"ların yerini, "Heeey!Buraya bak, lanet olası!"lar, "Lütfen kendinize dikkat ediniz."lerin yerini, "Kendine iyi bakıyosun, okey?"ler ve daha nice nice iletişim kılığına bürünmüş iletememişimler alıyor. Fakat heyhat ki bu dil katliamından doğrudan kim suçlu belli değil.
Peki, bu anlam katliamı için ne yapacağız? En azından, dilimize yerleşen bu kelime güveleri için ne çeşit bir naftalin gerekiyor, onu arayacağız.. Bulamazsak, ki büyük ihtimalle bulamayacağız, o zaman canım dilimizi, o hüzünlü sanat eseri sandığına kaldıralım. Kullanmak isteyen alsın tertemiz, ütülü ütülü kullansın. Bari ortalıklarda yetim bir çocuk gibi gariban gariban dolaşıp bu salgın hastalıktan etkilenmesin. Yabancı bir dil olarak kalsın. Belki de bir süre sonra okullarda yabancı bir dil olarak okutulmaya başlanır da biraz adam yerine konulur. Birileri lisanımızı bir bardak çamurlu suya atmış, leş gibi bir kaşıkla karıştırarak eritmeye çalışıyor. Ben "Teşekkür ederim, müteşekkirim."lerin yerini "Tenkülerimi fışkırtırım."ların, "Tamam"ın yerini "Ookey bebek!"lerin almasını istemiyorum.
Tüm inadımla, "Bu çızıktırmamın finişinde herkeşe bay baylarım milleeeet deeermişim ortalığı gereeermişim." demeyeceğim. Satırlarıma son verirken hepinize huzur dolu saatler dileyeceğim.

9 Nisan 2010 Cuma

Yaz.Yazma.

Ayaklarımı bu soğuk havada betona vurmayı diledim.Yazı diledim .Ama toprak grubuyum işte.Doğanın sessiz çığlığını bir ben duyarım.Dokundum ılık ahşaba ve aldım elime buzlu çayımı.
Ne dengesizim Ya Rab!Ilık bir ağaç gölgesinde uzanırken bile elimde güneş koruyucu kremimle olurum.
Yalın ayak kumsalda dolaşsam bile,tırnaklarım ojeli olur.
Ne çatlağım Ya Rab! Çoraplarım koynumda uyurum ben ya!

7 Nisan 2010 Çarşamba

ruyalamak.



Bir insanı uyurken izlediniz mi hiç? O esrime hallerine şahit oldunuz mu?
Ne güzeldir uyuyan insanın nefes alış verişindeki ahenk. Bozulmaz bir düzenin parçası gibidir uyuyan insan. Sadece nakarattan oluşan bir şarkının notaları gibi, sürekli bir ritmle alır soluklarını. Verirken ise soluğunu bir rahatlama iner yüzüne. Oysa o bihaberdir bu dünyadan, apayrı bir alemdedir. Zümrüdüanka'nın kanatlarını kendi kanatları belleyip uçuyordur belki Kaf Dağı'na doğru yahut ağzından dünyaları kül edecek ateşi üfleyen ejderha ile karşı karşıyadır. Ki bunu anlamak da pek zor değildir aslında.
Uyuyan insanın ansızın kasılmaları, hafif parmak oynatışları, ağzından çıkan hırıltılar, anlamlı ya da anlamsız sesler.. Bunları seyir halindeyken bir insan düşünmez mi karşısındaki ne derin duygu deryalarında yüzüyordur acaba diye. Anlaşılır ya bunlar, uzaktan uzağa görülen rüyayı paylaşmaz mı, mutluluğunu ya da acısını o da
duyumsamaz mı..
İşte Tanrının en çok yaşadığı durum bu olsa gerek..
Ey siyah bukleli Selen!

6 Nisan 2010 Salı

bir şeyi parantez içinde yazdıktan sonra noktayı nereye koyacağımı şaşırıyorum. böyle mi; (cfghvg.), yoksa şöyle mi; (cgvhjg). ?

4 Nisan 2010 Pazar

hey öbür taraf!


öbür tarafa yaptığım yolculukların tek kusuru ayaklarımdaki kırmızı kalpli ortopedik terliklerimin benimle birlikte gelememesi. tamam, begonya kokulu kumsalda yalınayak yürümek pek bir hoş ama onlarsız yolculuk yapmak zamanla ıstırap oluyor bana. yapma öbür dünya, etme eyleme. sen terliklerimle kabul et beni, söz ben onları elimde taşır yine yalınayak kumsala basarım.
Sevde'nin konsantre böcükleri...

3 Nisan 2010 Cumartesi

Klasizme bir adım atalım mı ki ?

Sevgili Wikipedia klasizmle ilgili diyor ki : 
"Klasizm edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutumdur. "1660 ekolü" olarak da bilinir.
Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde gelişmiştir. Bu akımın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne’de, hatta Aristoteles’tedir.
Klasisizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu eserdir. Klasisizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm bir bakıma aristokrasinin ürünüdür."
Açıkçası, bunu okuduktan sonra, -Aristoteles'i de Monteigne'i de severim, ilgim vardır- klasizme de ilgi duydum neden ise. Bilgilendireyim dedim sizleri de. Belki çok daha fazlasını biliyorsunuzdur. Paylaşın benimle. Klasizme attığım ilk adımdan sevgiler, saygılar. :)

venedikli bir mağripli'nin faciası.

elbette ki bu venedikli bir mağripli'nin faciası falan değildir sevgili okurlar. tasalanmayın, bu yalnızca masum bir ''emeğe saygı, gençliğe sevgi'' yardım fonudur. pek şeker pek tatlı adminlerimiz vardır. kaçıkistan'dan ithaldirler. haliyle masraflıdırlar. öyle futbola pornoya önyargıları falan da yoktur; olmasındır. gerçi ilgi alanlarımız değildir. ama olsundur. tabudur, yıkmak şarttır. her seçiş bir vazgeçiştir ve sigara içinde barındırdığı 4000'den fazla zehirle sağlığa zararlıdır. öyleyse pek sevgili adminler, sizleri derin salya havuzumda boğana dek öpüyorum. gözlerinizden pırıltı, ağzınızdan çikolata hiç eksik olmasın. en kısa zamanda uğrayın çitlenbik'e.